TDP’nin yeni başkanı Mine Atlı, başkanlık sürecini ve izleyeceği politikaları anlattı

0
134

Kıbrıs Türk siyasi tarihinde ilk kez,  Meclis’te bulunan bir partinin başkanlığına bir kadın seçildi, Mine Atlı, son seçimlerde baraj altı kalan Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) başkanlığına geldi.

Avukatlık yapan ve sivil toplumda aktif şekilde rol alan Atlı, 17 yaşından bu yana partiyle bağı olsa da şartlar gerektirmese parti başkanlığına aday olmayacağını söylüyor.

“Bana kalsaydı çok sevdiğim mesleğimi icra etmeye ve sivil toplumda kadın mücadelesini yükseltmeye devam ederdim. Asla cübbemi bıraktığım bir gelecek görmüyorum ya da temenni etmiyorum” diyen Atlı TDP’nin baraj altı kalması sonrası beklediği özeleştiri ve sorun tespitini göremediğini, “sorunun kaynağıyla ilgili doğru tespitler yapmadığını” düşündüğü bir kişinin göreve aday olmasıyla, sorumluluk almak zorunda kaldığını anlatıyor.

“Korkarak, kaygı duyarak, endişe duyarak, yaşım gereği daha önce MYK’da görev almış olmamam nedeniyle haddim olmadığını düşünerek aday oldum ve 5 oy farkla kazandım” şeklinde konuşan Atlı, “Ben erkek olsaydım çoktan genel sekreter olurdum. Hatta belki de parti başkanı da olabilirdim… Parti baraj altı kalmasaydı bana veya başka bir kadına böyle bir fırsat doğar mıydı bilmiyorum” diyor.

Mine Atlı, Türk Ajansı Kıbrıs muhabirinin sorularını yanıtladı:

Mine Atlı’yı TDP’yle buluşturan süreç O daha 17 yaşındayken başlamış…İngiltere’de büyüyen Atlı’dan, lise döneminde bir siyasinin yanında zorunlu staj yapması istenmiş. O dönem yanında staj yaptığı siyasi, Irak’taki savaş hakkında Meclis’te evet oyu kullanınca, “Ben böyle birinin yanında çalışmam” diyerek stajı bırakmış.

Okulunun başka bir staj ayarlamak için kendisine bir hafta süre vermesi üzerine stajını Kıbrıs’taki partilerden birinde yapmak için izin istemiş, ülkedeki bütün partilerin programlarını okumuş ve sonuçta staj yapmak için TKP’yi seçmiş.

“Stajımı Özal Ziya’nın yanında yaptım. Türkçem gelişsin diye Annan Planının çevirisini yaptırmıştı bana” diye hatırlıyor o günleri.

Burada mücadelenin sadece barış savunuculuğundan ibaret olmadığını gördüğünü, barış kültürünü, çevre bilincini, sürdürülebilir gelişimi öğrendiğini anlatıyor, “O dönem Mustafa Akıncı’nın konuşmaları bana kılavuz olmuştu. Sadece başka bir Kıbrıs değil, başka bir dünyanın da mümkün olduğuna inanan abilerim ablalarım vardı” diyor.

Meral Akıncı aracılığıyla da sivil toplumla tanıştığını kaydeden Atlı, o yaşlarda sivil toplumun ne anlama geldiğini henüz bilmediğini, dönüşüm sağlamak için siyaset yapmak gerektiğine inandığını anlattı.

“KADINA ŞİDDETLE TANIŞTIM”

İngiltere’ye dönen Atlı, ailevi sorunlarla karşılaşıp, kadına şiddetle tanışınca, Kıbrıs’a dönmek ve hukuk okuma hayalini ertelemek zorunda kalmış… O günlerde yaşadıklarını şöyle anlatıyor Atlı:

“Kıbrıs’ta ücretsiz bir üniversitede okumam gerekiyordu çünkü param yoktu. Ülkemizde ücretsiz eğitim veren herhangi bir üniversite yoktu. Liseyi burada okumadığım için burs alma imkânım da yoktu. O yüzden Güneydeki devlet üniversitesinde okumam gerekti. İngilizce dilinde tek okuyabileceğim bölüm olan İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt yaptırdım. Bir yandan çalışarak okuduğum üniversiteyi bitirdiğim sırada ailemle de aramın düzelmesiyle İngiltere’ye giderek orada hukuk okuma hedefini gerçekleştirdim”.

“Hayalim Kıbrıs’a döndüğümde adli yardım avukatı olmaktı. Ama dernek başkanım dedi ki sen adli yardım avukatı olmak istiyorsun da ülkede adli yardım yok” diyen Atlı böylece kadın mücadelesine soyunduğunu söylüyor.

Peki Atlı’yı parti başkanlığın götüren süreç nasıl yaşandı? Süreci anlatmadan önce şu vurguyu yapıyor Atlı: “Bana kalsaydı çok sevdiğim mesleğimi icra etmeye ve sivil toplumda kadın mücadelesini yükseltmeye devam ederdim. Asla cübbemi bıraktığım bir gelecek görmüyorum ya da temenni etmiyorum”

“Ancak TDP’nin baraj altı kalmasının ardından özeleştiri beklediğimiz yerde, sorunların doğru tespitini beklediğimiz yerde çok farklı bir senaryo ile karşı karşıya kaldık” diyen Atlı şöyle devam ediyor:

“Sorununun kaynağı gerçeğinden çok uzak bir yerde gösterilmekteydi. Bazı kişilerin seçim boyunca yaşadığı yılgınlık, bazı kişilerin boykot tercihi, bazı kişilerin seçim boyunca sessiz kalması, halktaki inançsızlık gibi konular neden olarak gösteriliyordu.

Bunlara sebep olanlar konuşulmuyordu. Hiçbirinde sorumluluk alınmıyordu. Biz bunu yaptık da o yüzden böyle oldu denmedi”

Peki gerçek sorun neydi? “Sorunun birçok kaynağı vardı” diyor Atlı ve şunları söylüyor:

“İnsanlar aidiyet hissetmiyordu TDP’ye karşı. Demokratik süreçlerin parçası hissetmiyorlardı. Örneğin parti politikasının belirlenmesi ya da hükümet döneminde uzman kişilerin görüşlerine yer verilmiyordu.

Ve bu toplumun talebi olan birtakım şeyler vardı. Dik bir duruş sergilemek. Solda iş birliği. Ve iktidara karşı güçlü bir muhalefet. TDP bu ihtiyaçları karşılayamadığı için baraj altı kaldı”

Atlı sonraki süreçleri ise şu sözlerle anlatıyor:

“Seçim sonrası başkanın istifası ile birlikte, ki bana göre çok onurlu ve doğru bir davranış, genel sekreterlik seçimleri vardı. Sorunun kaynağıyla ilgili doğru tespitler yapmayan bir arkadaşımız adaydı. Doğru teşhis olmayan yerde tedavi mümkün değildir. Başka aday da yoktu. O anda fark ettim ki ya bu sorumluluğu ben alacaktım ya da olağan kurultaya kadar parti çok zor bir dönemden geçecekti. Ve sorumluluk aldım. Korkarak, kaygı duyarak, endişe duyarak, yaşım gereği daha önce MYK’da görev almış olmamam nedeniyle haddim olmadığını düşünerek… Ve 5 oy farkla kazandım”

Başkanlık seçimine kadar olan 45 günlük sürede bütün ilçeleri gezerek üyeleri dinlediğini anlatan Atlı, “Sorunlara bakış açısının ortak olduğunu gördüm, umut gördüm. Mücadele azmi gördüm, ‘toparlanın da biz buradayız’ diyenleri gördüm. Sandığa gitmeyen birçok partili olduğunu emanet olarak başka partilere oy veren üyelerimiz olduğunu gördüm ve onlara hak verdim. Eğer onların oylarına layık olacaksak bunu hak etmemiz gerektiğini gördüm çünkü bizim üyemiz, seçmenimiz bambaşkadır. Bizim üyemize seçmenimize vaat edebileceğimiz bir iş, bir mevkii, bir kişisel menfaat yoktur. Vaat edebileceğimiz sadece toplumsal menfaattir, o yüzden topluma hizmet edebileceğimizi doğru göstermemiz gerekir” diyor.

“BUNDAN SONRASI, SOLDA İŞ BİRLİĞİ, SİYASET ÜRETMEK, TEMAS VE ANLATIM…”

Atlı, önümüzdeki süreçte yapacakları çalışmaların 3 ayağı olacağını söylüyor ve bunu şöyle detaylandırıyor:

“Birincisi solda iş birliği için proaktif bir rol oynamak ki bunun için parti meclis oyu var. Bütün sol partiler ve örgütlerle toplantılarımız sürüyor. İlk 45 günde bir de solda iş birliği çalıştayı yaptık. Şu ana kadar görüştüklerimizden ciddi olumlu karşılık gördük. Sol görüşteki kitleler kendilerine bir mücadele alanı arıyor ve biz buna talibiz”

İkinci ayağın siyaset üretmek olduğunu anlatan Atlı şunlar söylüyor:

“Sivil toplumdan gelen bir insan olarak benim için siyaset üretmek yol haritası çizmektir. Sadece sorunları belirterek muhalefet yapılmaz, çözüm de üretmek gerekir. Üyelerle, bilir kişilerle, katılımcı bir anlayışla hareket etmek gerekir.

Bu kapsamda eğitim, sağlık, enerji gibi konularda komiteler oluşturuyoruz. Bu komitelerde katılımcı anlayışla, örneğin üyemiz olmayan ama bu konuda uzmanlığı olan kişilerden de destek istiyoruz. Komitelerde kadın erkek eşitliğine, üyelerin sadece bir ilçeden ibaret olmamasına dikkat ediyoruz.

Bu komitelerde siyaset üretilecek, çözüm üretilecek. Sorunlar ortaya çıktıkça hızlıca çözümler sağlanacak. Örneğin İlahiyat Kolejini şikâyet ederken, tam gün eğitimi sağlayan bir yapıya nasıl ulaşacağımızı da ele almak gerekir. Çünkü alternatif üretmeden insanların çocuklarını ücretsiz tam gün eğitim sunan bir okula gönderdikleri için yadırgayamayız”

Üçüncü ayağın temas, iletişim ve anlatım olduğunu belirten Atlı, üretilen siyaseti anlatmakla ilgili şunları kaydediyor:

“Bizim en büyük hatamız doğru siyaset üretmemek değil, kendimizi doğru anlatamamaktır. Bunun için de ekipler gerekir. Bize bu yolda omuz verecek insanları bulmamız ve mücadelemize dahil etmemiz gerekir. Sonra da onlarla birlikte siyasetimizi kendimizi anlatmamız gerekir.

Bugün anlatının çok farklı boyutları var. Bu anlatının bir kısmı merkezden elektronik ortamlardan sağlanabilir ama ülkemizde bu yeterli bir anlatım değildir. İnsanları evlerinde, kendi alanlarında bulup temas etmemiz gerekir. Benim bunu Mine Atlı olarak yapmam mümkün değil. Ama bu mücadeleye gönül veren ekipleri kurarsak bütün adaya sesimizi duyurabiliriz, ortak vizyonumuz böylece yankı bulabilir”

Peki Mine Atlı çok sevdiği avukatlık mesleğine devam edecek mi bu süreçte? Bu soruya “Avukatlığa devam etmeye mecburum. Benim hayatımı idame şeklim avukatlıktır” diye yanıt veriyor.

Down sendromlu küçük kardeşinin yaşadığı haksızlık ve zorbalıklara duyduğu öfkenin de payıyla, küçük yaştan beri adaletin kendisi için önemli bir kavram olduğunu anlatıyor, “Yedi yaşından beri avukat olmak istedim” diyor Atlı ve şöyle devam ediyor:

“Kendimi en mutlu hissettiğim zaman duruşmadır. Cübbem, mesleğim benim için çok önemlidir. Ancak şimdiki sorumluluğum ülkemedir. Bu süreçte ailemden, oğlumdan büyük fedakârlık yapmak zorunda kaldım. İşime ayırdığım alan sınırlandırıldı. Şanslıyım ki bir hukuk bürom var, bana destek veren bir ekibim var. Şimdi yapmam gereken budur”

“HİÇBİR PARTİ TOPLUMSAL CİNSİYET ADALETİNİ BENİMSEMİŞ DURUMDA DEĞİL”

Ülke tarihinde, Meclis’te temsil edilmiş bir partinin ilk kadın başkanı olma sıfatını taşıyan birisi olarak ülke siyasetini toplumsal cinsiyet açısından nasıl değerlendiriyor Atlı? Buna yanıt verirken toplumun çok ataerkil bir yapıda olduğuna işaret ederek şunları söylüyor:

“Toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemiş olduğunu iddia eden bir partinin 17 yıllık üyesiyim. Ancak hiçbir parti bugün toplumsal cinsiyet adaletini benimsemiş ve uygulamalarında buna yer veren bir vaziyette değil.

Şöyle ki örneğin toplantılardan çıkılır meyhaneye gidilir ve birçok karar oralarda alınır. Elbette bir kadın isterse meyhaneye gidebilir ama realitemiz bu değil. Örneğin çocuk bakımı birincil olarak kadının sorumluluğundadır”

Öte yandan, başkan seçildiği kurultayda ilk defa çocuk oyun alanı hazırlandığını söyleyen Atlı, “Çünkü parti başkanının bakmakla sorumlu olduğu bir çocuğu var” diyor ve bunun olumlu yönde bir değişimin başlangıcı olup olmadığı sorusuna, “Bir kadının parti başkanı olması iyi olur mu sorusuna bu toplumun kadınları bir sonraki seçimde karar verecek” yanıtını veriyor.

“Ben erkek olsaydım çoktan genel sekreter olurdum. Hatta belki de parti başkanı da olabilirdim” diyen Atlı şunları söylüyor:

“İngilizce, Yunanca biliyorum. Siyaseti iyi takip ederim. Partimi, üyelerimi iyi bilen bir insanım. Erkek olsaydım parti MYK’sına yıllar önce girerdim. Ama bir kadının, benim yaptığım gibi, parti içi muhalefet yapması, bir erkeğin parti içi muhalefet yapmasından farklı algılanır”

Sözlerine “Ayrıca parti baraj altı kalmasaydı bana veya başka bir kadına böyle bir fırsat doğar mıydı bilmiyorum” şeklinde devam eden Atlı bundan sonraki süreç içinse şunları söylüyor:

“Bu mücadele Mine Atlı’nın veya herhangi bir bireyin kendi başına sırtlanabileceği bir mücadele değil. Halk olarak toplum olarak çok ciddi bir taarruzla karşı karşıyayız. Bizi biz yapan bütün değerlerimize saldırı var. Hatta varlığımız dahil tehdit altında. Bu tür mücadeleler bir kişiyle ilerlemez, ekip işidir, halk işidir. Hiçbir güç bir ülkenin halkından daha güçlü değildir. Kısa süreler için halklar istemedikleri iktidarlar tarafından yönetilebilir. Ama tarih bize gösterir ki geldikleri gibi giderler”

TAK/BRT

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here