Tarihe fotoğraflarıyla imza atan bir isim: Mehmet Şık

0
101

Bir ülkenin, bir şehrin tarihi 30 metrekarelik fotoğraf stüdyosuna sığar mı? Eğer sözkonusu stüdyo Foto Şık ise sığar…  

70 yıllık fotoğraflar var dükkanında. Kimileri duvarda, kimileri zarfta, kimileri de bir defterin arasında. Hiç eskimeyen fotoğraflar…

Nasıl da hatırlıyor tüm yüzleri, tıkır tıkır hikayelerini anlatıyor. Böyle de hayran kalınacak bir hafıza…94 yaşındaki Mehmet Şık, 70 yıldır orada, İdadi Sokak’taki o dükkanda.

11-12 yaşlarındayken bohçasını toplayıp köydeki kimseye haber vermeden sanat öğrenmek için geldiği Lefkoşa’nın simge isimlerinden biri oldu.

1940’lı yıllarda karın tokluğuna ve yatacak yer karşılığında tüccar yanında, kunduracıda çıraklık yaptı. Hikayesinin özünde çok çalışmak var ama başka bir şey daha söyledi: “Aklımı kullandım”

Bir diğer vurgusu da genç olmaya. “Gençlik şaka değil ki” dedi.

1950’de fotoğrafçı dükkanı açmaya niyet ettiğinde stüdyonun adı için listeye birkaç isim karalamış, “Şık” da onlardan biriymiş. O dönemde şık giyinmek için parası yokmuş ama güzel giyinmeyi hep sevmiş.

Mesleğinde fark yaratacak fikirleri geceleri bulduğunu da söyledi. “Gündüzleri çok iş olurdu, akşam yatıp dinlenirdim, gece yarısı da aklıma geleni kalıp yazar, çizer ve yapardım…” dedi.

Işığı kullanmak da önemliymiş ama iyi bir fotoğrafçı olmanın yolu merak ve insanın gözünün içine bakmaktan geçermiş. Öyle dedi ve ekledi: “Merak olmazsa hiçbir şey olmaz…”

Hayali hala fırsat buldukça zaman geçirdiği Foto Şık’ın müze olması… Bunun için adım atılmış. “Herkes gelip fotoğraflarımı görecek, adım sönmeyecek. En güzeli de bu…”  dedi.

Yakın zamanda eşi Tansel Şık’ı kaybetti Mehmet Şık. “Çocuk yaşta ailemden uzak kaldım. Alışığım yalnızlığa” dedi ve sordu: “İnsan yaşadıklarını unutur mu? Unutmaz, gece hepsi aklıma gelir…”

-Kahveci Yusuf’un ‘Sanat öğren’ nasihati 

Röportaj için gittiğimizde bizi stüdyonun kapısında karşılayan, ayrılırken de otomobilimize kadar uğurlayan Mehmet Şık, 22 Aralık 1928’de Çukurova’da (Kurumanastır) Şerif Hanımla Rifat Beyin 7 çocuğunun en büyüğü olarak doğdu. Köyün imamı olmadığından namaz kıldıran babasına “Rifat Hoca” diye sesleniyorlardı.

“Babam, nenemle dedemin yanına evlatlık verdi beni. Köyün dışında, bahçede kalırlardı. Ne ararsanız vardı o bahçede… Dedemle eşeğe biner, topladığımız meyvelerle sebzeleri civardaki Türk köylerinde satmaya giderdik. Büyük bendim diye okuldan çıktığımda tarla sürerdim, hayvanları otlatırdım. İlkokuldan sonra okuyamadım, okusaydım Cumhurbaşkanı olacaktım.”

1940’ta Lefkoşa’ya gelip sanat öğrenmesine Kahveci Yusuf Efendi’nin vesile olduğunu anlattı.

“Kahvenin önünden öküzlerle her geçtiğimde ‘Lefkoşa’ya git sanat öğren, sanat altın bileziktir’ derdi. Söyledi, söyledi, en sonunda kafama dank etti. Kimseye söylemeden bir bohça yaptım, peşkir, şunu bunu koydum içine, güneş batarken Yeniceköy’de genablama (yenge) gittim. Gece orda kaldım, sabahtan Rum şoförün yanına binip Lefkoşa’ya geldim.”

– Bohçadaki Atatürk fotoğrafı

Lefkoşa’ya ilk defa dedesiyle fotoğraf çektirmek için geldiğini, o zaman 5-6 yaşlarında olduğunu söyledi. Foto Fevzi (Akarsu) çekmiş fotoğraflarını da.  

Lefkoşa’ya ikinci gelişi 1940’ta. “Büyük savaş vardı” diyerek anlattı İkinci Dünya Savaşını. Lefkoşa bombalandığı için buradaki bazı ailelerin İngiliz hükümeti tarafından köylere gönderildiğini de hatırladı.

“Ata Bey diye Lefkoşalı bir efendiyi buldum geldiğimde. Kumaş, masıra, onu-bunu satan bezirgan Reşat Beyin yanına koydu beni. Gündüz dükkanda, gece ustamın evinde kalırdım.

Hizmetçilik yaptırırlardı bana, beğenmedim, ‘Köye döneceğim’ dedim, topladım bohçamı merdiven ayaklarının altına koydum. Karıştırdılar bakayım hırsızlık yaptıysam. Bir Atatürk fotoğrafı vardı bohçada. Ustamın kitabından yırtıp aldıydım, severdim Atatürk’ü…Sordu, ben de ‘kızın verdi’ dedim. Sanki dedem bilirdi döneceğimi. Allah tarafından o gün dükkana geldi, birlikte gittik köye.”

-Sepetteki yiyecekleri için trenden atladı

Bir müddet sonra yine Lefkoşa’ya geldi Mehmet Şık. Bu sefer, haftada birkaç şiline Ermeni ve Türk kunduracıların yanında çıraklık yaptı, geceleri Salih Efendi’nin medresede verdiği eski Türkçe derslerine katıldığını anlattı.

“Pazar günleri trenle (şimendifer) köye, nenemi görmeye giderdim. Haftalık yiyeceğimi de alırdım. Dedemden gizlin bir şeyler de toplardı nenem bahçeden, Lefkoşa’da satardım. Bir defasında tren kalkarken sepetim yola devrildi…Yavaş gider diye atladım. Yumurtaların hepsi kırıldı, diğer erzakları kurtardım ama akşama kadar kaldım yolda, tren bekledim…”

-Kunduracı yanından karanlık odaya

Kunduracıların işler azalınca Mehmet Şık, Foto Diana’nın yanında çıraklık yapmaya başladı. “Bana sanatı öğrettiler” dediği, Türk, Rum ve Ermeni fotoğrafçılarla çalıştı.

“Yeni açıldıydı Foto Diana, müşterisi çoktu. Mustafa Diana sanatkâr adamdı. İşi alıştırdı bana. Karanlık odada tarif ettiklerini yapardım. 5-6 aydan sonra Foto Smart’a gittim. Fago derlerdi sahibine, Rum’du. Yazda Platres’e gider, İsrail’den gelen turistleri fotoğraf çekerdik.

Uzun yolda Ermeni bir fotoğrafçı vardı, Bedros. Onun yanına da çalıştım. Daha fazla maaş verirdi, para da artırırdım. Dükkan açmaya niyet ettim.. Fotoğrafçıya ne lazımsa ufak tefek almaya başladım. Fotoğraf makası, şu bu… Ustam satacaktı makinesini. Ben aldım. Alman malıydı…İlk fotoğraf makinem odur.

Türk filmleri gelmeye başlayınca artistlerin fotoğrafını Bedros’un dükkanda çoğaltıp sinemanın önünde satmaya başladım. ‘Artist fotoğraflarım var, şarkı sözlerim var’ diye bağırırdım. Dükkan açana kadar devam ettim bu işe.”

-Mehmet Rifat, Mehmet Şık oldu

Mehmet Şık, “Foto Şık” adını verdiği stüdyosunu Lefkoşa Türk Lisesi’nin bulunduğu yerde, 1950’de açtı.

“Dükkana ne isim koyacağım diye düşündüm. 5-6 isim buldum. Şık da onların içindeydi. Yakışıklıydım, güzel giyinmeyi severdim ama dükkanı açtığımız zaman fakirlik vardı şık giyinemezdik. Dükkanı açtım, günü gelince soyadımı da Şık olarak aldım.

Güzel işlerdim. Kardeşimi (Foto Rekor – Osman Rekor) de yanıma aldım, yetiştirdim.  Bu dükkan küçüktü. 1952’de şimdiki dükkanı kiraladım. Dr. Yusuf vardı, Mısırlıların. Onundu bina. Törenle açıldıydı…”

Mehmet Şık, örf-i idarenin olduğu döneme de, 1960’a da, 1963’e, de, 1974’e de burada tanıklık etti. Mücahitlik yaptığı Dereboyu’nda birlikte görev yaptığı 7 arkadaşının şehit düştüğünü de söyledi.

-“Aklımı kullandım, sanatımı, şöhretimi yükselttim”

Bir dönem askerler Foto Şık’ın en önemli müşterisi oldu. Kanada, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, İngiltere ve Türkiye’den gelen askerler… Bu iş için dekor da kurdu stüdyosuna, askerleri Kıbrıs adasının içine yerleştirdi. “Adayı tanıttım, Kıbrıs’ın takdimini yaptım” dedi.

“Gündüzleri çok iş vardı, akşam yatıp dinlenirdim, gece yarısı da aklıma geleni yazar, çizer, yapar veyahut yaptırırdım. Kıbrıs haritası fikrini de (askerlerin Kıbrıs haritasının ortasında poz vermesini) gece buldum. Aklımı kullandım. Sanatımı, şöhretimi yükselttim. Şimdi bilgisayarla yaparlar. Ben bölüm bölüm çekerdim fotoğrafları, öyle yapardım.  Duyan asker gelirdi. Kıyafet diktirdim. Onlarla da çekerdim gelenleri. Manzara çeker ‘Yeni yılınız kutlu olsun’ kartı hazırlardım. Sene başında herkes tebrik için bunlardan alırdı.”

-Dr. Küçük, Denktaş ve Bülent Ecevit’in de fotoğraflarını çekti

Foto Şık, ülkenin siyasi yüzlerini de ölümsüzleştirdi. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın, Toplum Lideri Dr. Fazıl Küçük’ün hafızalarda yer etmiş, hala duvarlarda asılı duran fotoğraflarını o çekti. “İkisi de şakacı insandı” dedi.

1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra Kıbrıs’a gelen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’in fotoğrafını da Saray Otel’de çekti. O fotoğraf hala dükkanındaki duvarda. Ecevit’in fotoğrafını Kıbrıs adasının içine yerleştirip kendisine hediye ettiğini de söyledi.

Türkiye’den ses ve sinema sanatçılarını özel olarak stüdyosuna çağırdığını da anlattı. “Bu da bir çeşit reklamdı” dedi.

Neşe Karaböcek, Eşref Kolçak, Muhterem Nur’un fotoğrafları da hala dükkanında.

-Bebeklerle çocuklar en sevdiği…

Meslek hayatı boyunca en çok da bebeklerle çocukların fotoğrafını çekmeyi sevmiş.  

“Zilim vardı, çalardım, ‘bak bak’ deyip çekerdim. Fotoğrafçı gözünün içine baksın lazım. Büyüklere de öyle yapardım. ‘Hazırlanın’ derdim, biraz sohbet ederim, hoop çekerdim… Güzel ışık vermek de lazımdı tabi.

Eskiden renkli fotoğraf yoktu. Yağlı boyayla renklendirirdik. Stüdyo dışında da fotoğraf çektim. Bayramları köylerden otobüsler gelir, Kırklar Türbesi’ne, Hala Sultan’a giderlerdi. Ben de giderdim. Önemli futbol maçlarını çekerdim. Evlere gidip çocukları çekerdim.

Halk da çok meraklıydı. Evlatları okula gidecek, çantalı elbiseli gelip çekinirlerdi. Yaş günlerinde gelirlerdi. Kimsede yokken çocukları oyuncak ata, bisiklete koyup çekerdim. Bazıları da çektirdi ama gelip almazdı fotoğrafları… İşler çok olduğunda yetiştireyim diye gece dükkanda da kalırdım…”

1950’lerden beri fotoğrafçılık yapan, koleksiyona da ilgi duyan 94 yaşındaki Foto Şık, telefonların çıkmasıyla bu işin de bozulduğunu söyledi. “Şimdi basılan fotoğrafların kağıtları da yaramaz. Gözlersen 20 sene gider, gözlemezsen gitmez” dedi. 

-Uzun yaşamın sırrı kendine bakmak

İyi fotoğrafçılığı sırrı meraklı, özenli olmak da uzun yaşamanın sırrı farklı mı? Değil. 2 çocuk, 4 de torun sahibi olan Foto Şık, röportajı şu sözlerle noktaladı: “Kendine bakacaksın. Ben hiç sigara içmedim, içki içerdim ama az. Yiyeceğime dikkat ettim. Tansiyondan başka sağlık sorunum yoktur. Gideceğimiz yol nedir? O yol varken bu saatten sonra bir şey düşünmezsin”.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here