Ulusal Birlik Partisi (UBP) Girne Milletvekili Hasan Küçük, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail’e lojistik destek vermesini eleştirerek, tehlikenin farkına varılması gerektiğini söyledi.
Yazılı açıklamasında, gündemle ilgili değerlendirmede bulunan Küçük, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin takındığı şovenist tutumların adadaki her iki halkı da tehlikeye attığını belirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece KKTC’nin değil Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de garantör ülkesi olduğunu kaydetti.
Küçük, TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı’nın 50’nci yıl dönümü kutlamalarına katılmasının önemine de dikkat çekti.
-“Rumlar askeri üslerine lojistik üs kılıfı uydurdu”
Hasan Küçük açıklamasında şunları da kaydetti:
“İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve Ortadoğu’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda Kıbrıs adası ne yazık ki Güney Kıbrıs tarafından bir askeri üs haline getirilmiştir. Buna kılıf olarak ‘Lojistik Üs’ ifadesi kullanılarak makyaj yapılmaktadır. Ancak bilinmelidir ki adada sadece Kıbrıslı Rumlar yaşamamaktadır. Kıbrıs Türk halkı da bu toprakların öznesi ve gerçek sahipleridir. 1571 yılından beridir Kıbrıs’ta var olan halkımız Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi altındadır. Son dönemlerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin takındığı şovenist tutumlar her iki halkı da tehlikeye atmaktadır. Hizbullah’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tehdit etmesi bir sebebin sonucudur. Ancak bilinmesi gereken buradaki en önemli hususlardan biri Türkiye Cumhuriyeti’nin her iki ülkenin de garantörü olduğudur. Gerektiğinde Kıbrıs Türk halkının yanında Kıbrıs Rum halkının da can güvenliğini de Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti, din, dil, ırk ayrımı gözetmeden korumaktan imtina etmeyecektir. Nitekim 1959-60 antlaşmaları ile bu hak kendisine verilmiştir. Eğer Kıbrıs adası ile ilgili bir söz söylenecekse Türkiye bu aktörlerin başında gelmektedir. Yerli ve milli teknoloji ile üretilen TCG Anadolu Gemisi’nin komutanlığında Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait gemilerin Kıbrıs’a gelecek olması da Mavi Vatan’ın da sahipsiz olmadığını belgelemektedir.
Buradan yola çıkarak Akdeniz’in incisi dediğimiz yeşil adamızda İsrail’e destek veren üslerin İngiliz’in veya başka bir emperyalist gücün elinde olmasının bizlere güvenlik getirmeyeceği aşikardır. Bunun yanında bu coğrafyada haklının değil güçlünün haklı görüldüğü ve çıkar guruplarının din, dil, ırk ayrımı yaptığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Özellikle batıda artan milliyetçilik akımının Güney’deki tezahürü ise Türk ve Müslüman düşmanlığıdır.
Son zamanlarda yoğun bir bütçe ayrımı ile Rum tarafının yapmış olduğu silahlanma vaziyeti bizlere kendi içimizde ufak tefek sorunlara takılmayıp resmin büyüğünü görmemiz gerektiğini anımsatmıştır. Anavatan Türkiye ile bağlarımızı daha da güçlendirmek ve aynı paralelde Türk devletleri Teşkilatıyla daha da bir olmak, ilim bilim yolunda daha da ilerlemek bizlerin her şeyden öte kendimiz ve çocuklarımız için en asli görevimizdir.
Diyeceğim son söz şudur ki önce kendi içimizde birlik huzur güven ve barışı sağlayıp sonra insanlık adına haklı davamızda ilerleyip güzel günleri bugün değilse yarın tesis etmektir.”