eski Müdürü Perihan Aziz, Ajans’ın geçmişten bugüne yaşadığı gelişimi “tek seslilikten çok sesliliğe geçiş” olarak değerlendirdi.
50 yıl önce 21 Aralık 1973’te ilk bültenini yayımlayarak faaliyete başlayan TAK, bir daktilo ve birkaç haber ile sadece Kıbrıs Türk basınına hizmet verdiği günlerden 38 personeliyle uluslararası haber ajansları ile iş birliği içinde hizmet verdiği günlere ulaştı.
Ajansın farklı kademelerinde 37 yıl hizmet veren eski müdürü Perihan Aziz, “çağının tanığı olan her gazeteci gibi” kendi çağına tanıklık etti; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını, müzakere süreçlerini, kara geçiş kapılarının açılmasını, Annan Planı sürecini, referandumu ve birçok siyasi, toplumsal ve ekonomik olayı takip etti.
Perihan Aziz, TAK muhabirine, ajansın dününü ve bugününü değerlendirdi, bazı anılarını paylaştı.
1975 yılının nisan ayında TAK’ta muhabir olarak hizmet vermeye başlayan Perihan Aziz, sonrasında yürüttüğü editörlük ve müdür muavinliği görevlerinin ardından 2012 yılının şubat ayında Müdürlük görevinden emekli oldu.
– “Sırf basın alanında bir yerde çalışabilmek için 5 ay işsiz kaldım”
İlk yıllarında TAK’ı kimsenin benimsemediğini aktaran Aziz, “TAK’ın geleceği yoktu… Özellikle muhalefet çok karşıydı. Düşünün ki, TAK’ın yasası kuruluşundan 10 sene sonra çıktı. Her ay başı geldiğinde Bakanlar Kurulu’nun kapısına dikilirdik maaş alalım diye…” dedi.
Perihan Aziz, TAK serüveninin başlangıcını şöyle anlattı:
“TAK’a girişim bir maceraydı. Ümral (Akpınar) ve ben üniversiteden özel bir sınav hakkıyla 1974 savaşından sonra mezun olabildik. Kıbrıs’taydık, eylül sınavlarına girip mezun olacaktık ancak savaştan dolayı Türkiye’ye gidemedik. Sivil hayata ve öğrencilere açılan ikinci feribotla Mersin’e gittik, oradan Ankara’ya geçtik ve özel bir sınav hakkıyla mezun olup geri geldik.
O zamanlar herkese sokaktan çağırıp da ‘gel bu işi yap’ derlerdi. Çünkü her şey çok yeniydi. Ama ben mezun olup geldikten sonra sırf basın alanında bir yerde çalışabilmek için 5 ay işsiz kaldım. Ama illa kendi alanımızı istedik. 5 ay tek tek gazeteleri dolaştık, iş aradık. Radyo-televizyon bölümü mezunu olduğumuz için daha çok radyoda çalışacağımız inancındaydık. Hakkı Süha BRT Müdürüydü. Ümral ile birlikte gidip görüştük Hakkı Bey’le… İlk başvurduğumuz yer tabii ki Bayrak Radyosu’ydu. Ancak olmadı.”
-“Gece gündüz tüm boş zamanlarımda daktilo çalıştım”
“Sonra TAK’a başvurduğumuzda da kabul edilmedik. TAK’ın ilk kuşak gazetecileri vardı. Süha Türköz, Salahi Karahasan, Ayşe Şansel… Bunların toplu istifası oldu. Ardından TAK, radyodan muhabir münhali ilanı verdi. Hemen köyden çıktım, Karadağ’a gittim. Ümral’a dedim ‘Kalk Lefkoşa’ya gidiyoruz’. Toplandık geldik, Lefkoşa’da bir arkadaşımızın evine sığındık ve TAK’ın sınavına girdik. Sınavı yapanlar da Terzioğlu’nun dönem arkadaşları, Kıbrıs’ta görev yapan Türkiye’nin üst düzey gazetecileri. Kenan Harunoğlu Türk Haberler Ajansı’nı temsilendi, Aydın Soysal TRT’den, Ziya Akçapar Hürriyet’ten…
Bir mülakata girdik, mülakata gitmeden önceki gece Terzioğlu ile de görüşmüştük. Terzioğlu bize şöyle demişti; ‘Gazetecilik kadın işi değil.’ Kesinlikle kadın alınmasını onaylamazdı… Biz savaş sonrası sıkıntıdayız, işe ihtiyacımız var ve istediğimiz işte çalışmak istiyoruz. Denktaş’a bizim durumumuz aktarıldı. Denktaş, Terzioğlu’na demiş ki ‘Al bunları bir dene, yapamazlarsa birini Zaman Gazetesi’ne veririz, ötekini başka yere.’
Mülakat için Lefkoşa’ya köyden geldik. Yanımda bir pantolon, bir de etek vardı. Pantolon yolda gelirken yırtılmıştı, kaldım mini eteğe. Mini etekle mülakata girdim, kalktı oturdu ortalık. Başka bir şeyim yoktu ki nasıl girecektim? Hiç unutmadığım bir soru var. ‘Birine ulaşmak için hangi araca başvurursunuz? En hızlı nasıl ulaşırsın?’ Ben ‘telefonla’ dedim. ‘Telefoniyen’ demediğim için ‘doğru’ dediler.
-“15 günde 10 parmak daktilo yazmayı öğrenmezsen git kendine başka iş ara”
Sonra 10 parmak daktilo sınavına aldılar. Hasan Canpolat da bizle. Avantajı hem erkek, hem de ticaret lisesi mezunu olması. Daktiloyu çok iyi yazar. Sonra karar verildi, 15 günlük bir deneme süresi verdiler. Hasan, ben ve Ümral alındık. Terzioğlu, ‘15 günde 10 parmak daktilo yazmayı öğrenmezsen git kendine başka iş ara’ dedi. Gece gündüz tüm boş zamanlarımda daktilo çalıştım. Araba da yoktu… Gece işlerini Ümral ile üstlenirdik, kendimizi kanıtlamak için… Kadın olarak avantajımız da dezavantajımız da vardı ama hiçbir zaman ağlayarak sızlayarak hak iddia etmedik. Sonuçta başladı TAK serüvenimiz ve devam etti. Bilmem ne kadar başarılıydım ama gayretliydim. İlk maaşı aldığımızda Terzioğlu, ‘kendilerine uzun etek diksinler’ diye haber gönderdi. Böylece çıktık mini etekten de… Sonra yıllarca pantolondan çıkamadık.”
-“Birer daktilomuz vardı, bir de bisikletimiz…”
Ajansta işe başladığında kurumun henüz 1 buçuk yaşında olduğunu anımsatan Aziz, ilk kuşağın bıraktığı ajansı ikinci kuşak olarak sahiplendiklerini anlattı. O yılların Anayasa da dahil birçok yasanın hazırlandığı, ciddi Meclis çalışmasının yaşandığı bir dönem olduğunu söyleyen Aziz, “O çalışmalarda hep bulunduk, sabahlardık Meclis’te. Ajansa döner, haber yapardık, denetleyen de yoktu. Hem muhabirdik, hem editördük, hem baskıcıydık, hem odacıydık” dedi.
Ajansın kısıtlı olanaklarından da bahseden Perihan Aziz, birer daktiloları bir de bisikletleri olduğunu belirterek, “bisiklet kavgaları” dahi yaşandığını aktardı. Aziz, “Ben bisikleti kullanmazdım, koşardım. Sonrasında bir tane motora sahip olundu. Sonra da Maliye’den hantal bir araç verilmişti” ifadelerini kullandı.
– “Kemal Aşık döneminde Rum basını için kurumsallaşmanın temeli atıldı, TAK Yasası çıktı”
Muhabirlik dönemindeki TAK müdürlerinden de bahseden Aziz, “Yarışı, rekabeti, haber atlatmayı Terzioğlu’ndan öğrendik. Terzioğlu otoriterdi ama gazeteciliği benimseten biriydi” dedi.
Terzioğlu Cumhurbaşkanlığı’na danışman olarak gittikten sonra Enformasyon Dairesi Müdürü Hüsrev Çağın’ın vekaleten müdürlük yaptığını kaydeden Aziz, şöyle devam etti:
“Hüsrev Çağın, dedi ki ‘her gün biriniz müdür olacak’. O dönem her gün birimiz müdür olduk. Bir kaos içindeydi ajans. Öyle bir dönem yaşadık… Sonra Tuncer Bahadır diye birini getirdiler. Kamudan biriydi, en çok ben karşı çıktım ona, attı beni işten. Sonra o da görevden alınınca ben yine TAK’a döndüm.
Bu olaydan sonra Kemal Aşık müdür oldu. Kemal Aşık geldikten sonra Rum basını için kurumsallaşmanın temeli atıldı. Kemal Aşık gelince çevrenin güveni de arttı. Hem toplumda hem ajansta saygındı. O, gazeteci bir müdürdü. O dönemde TAK Yasası da çıktı, yasal güvencemiz oldu ve sonrasında adım adım ilerledi. Kemal Aşık’ın ölümü bizim için şoktu… Ölümünden sonra Emir Ersoy Müdür oldu. Ersoy döneminde ben de müdür muavini oldum.”
-“Şimdi baktığınızda çok farklı bir ajans var… Çalışanlar çok daha donanımlı, çok daha dünyaya açık insanlar”
TAK’ın kurulduğu günden bugüne gelişimini de değerlendiren Aziz, ilk zamanlarda ajansın benimsenmediğini anlattı. O günlerde birkaç sayfalık bültenler çıktığını, ancak sonrasında personel sayısı arttıkça haber renkliliğinin de arttığını ve giderek de çok sesliliğe geçildiğini belirten Aziz, zamanla TAK’ın aranan bir kuruluş haline geldiğini vurguladı.
“Biz o kadarını yapabildik. Doğrularımız da vardı yanlışlarımız da” diyen Perihan Aziz, “Her geçen dönem çok daha bilinçli… Tek renklilikten çok renkliliğe geçen bir TAK ajansı var. Tek seslilikten çok sesliliğe geçen bir TAK ajansı var. Teknik olarak gelişen, çağa ayak uydurabilen, belki çok daha yükseklere layık olan ama olanaksızlıklar nedeniyle ulaşamayan, hak ettiği yeri alamayan ama başlangıç noktasına göre bugün zirvelere çıkan bir TAK ajansı var. Gelişemez mi? Çok daha fazla gelişmesi gerekir. Çünkü artık koşarak haberinizi vermiyorsunuz. Bir ‘tık’ ile dünyaya duyuruyorsunuz. O ‘tık’ı en hızlı şekilde yapabilecek bir olanağa kavuşması lazım ajansın. Çalışanlar çok daha donanımlı, çok daha dünyaya açık insanlar. Bizim dünyamız o kadardı ama açılmaya da çaba harcadık. Hakkımızı yemeyelim… Ama şimdi baktığınızda çok farklı bir ajans var. Bir gün görüntü teknikleriyle de, vizyonu çok daha geniş bir ajans olmasını da arzu ederim” diye konuştu.
-“Objektiflik ilkesinin gelişmesinde ajans çalışanlarının büyük etkisi oldu”
TAK’ın ilk dönemlerinde tek seslilik olduğunu yineleyen Aziz, sonra bunun yavaş yavaş kırıldığını ve muhalefetin de sesine yer verilmeye başlandığını kaydederek, “Aksi takdirde haber ajansı olamazdı. Bir enformasyon dairesi varken ikinci bir enformasyon dairesine gerek olmazdı” dedi.
Aziz, Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nı hep örnek aldıklarını aktararak, haberin en temel ilkelerinden olan “objektiflik” kavramının ajansta zamanla gelişerek yerleştiğini vurguladı. Aziz, objektiflik ilkesinin gelişmesinde ajans çalışanlarının büyük etkisi olduğunu vurgulayarak, “İktidarı ile muhalefeti ile TAK’ın bir ihtiyaç, bir gereklilik olduğu kabul edildi” dedi.
-“ TAK evladım gibidir. Bu evladın hiçbir aşamada zarar görmesini istemem”
TAK çalışanlarının sosyal güvenceden yoksun çalıştıkları dönemlerde bile grevler yapma cesareti gösterdiğini anlatan Aziz, 50 yılda gerek çalışan hakları gerekse TAK’ın menfaatleri için birçok grev ve eylem yapıldığını söyledi. Aziz, “TAK benim için hem bir okul hem bir deneyimdi, her şeydi… TAK evladım gibidir. Bu evladın hiçbir aşamada zarar görmesini istemem. Daha da gelişmesini hep arzu ederim” ifadelerini kullandı.
-“Flaş flaş flaş…”
TAK’ta görev yaptığı yıllarda iki tane “flaş haber” yazdığını belirten Perihan Aziz, bunlardan birinin KKTC’nin ilanı, diğerinin ise Kıbrıs semalarında bir uçağın kaçırılması olduğunu belirterek, uçağın kaçırılması ile ilgili anısını anlattı:
“Orta Doğu’da durum karışıktı… Sokakta gidiyorum, Sivil Havacılık Dairesi Müdürü karşıma çıktı, koşuyordu. ‘Ne oldu?’ dedim. ‘Bir uçak kaçırmışlar, büroya gidiyorum’ dedi. Detay sordum. ‘Ercan’dan saptadılar ki uçak kaçırıldı’ dedi. Sarayönü’ndeki ajans binasına gittim. ‘Flaş flaş flaş… Kıbrıs semaları üzerinden bir uçak kaçırıldı. Uçağın kime ait olduğu ve neden kaçırıldığı bilinmiyor’ diye bir haber yazdım. AFP aradı, olayı sordu… Sonra haberin gelişmeleri geldi. Attığınız küçük bir taşın yarattığı dalga büyüdü bir habercilik örneği oldu. Bunlar unutulmayacak şeyler…”
-“ Gazeteci misin insan mısın?”
TAK’ta muhabirken en etkilendiği olaylardan birinin “Özgürlük göçü” adı verilen, 1974 sonrası Güney’den Kuzey’e göçler olduğunu kaydeden Aziz, insanların Kuzey’e geçmek için verdikleri mücadelelere ve Kuzey’e geçtiklerinde bölünmüş ailelerin kucaklaşmalarına, sınırdan geçer geçmez bir Atatürk posteri ya da Türk bayrağı açmalarına, Atatürk İlkokulu’na yığılan insanların yaşadıklarına tanık olduğunu anlattı. Aziz, “Bunları ‘insan’ olarak yaşadık. Birlikte ağladık, birlikte sevindik, birlikte güldük…” dedi.
Aziz, sınır eylemlerinden de bir anısını da şu sözlerle paylaştı:
“Sınır eylemleri bambaşka bir boyuttu… Okullar bölgesindeki kadınların geçişleri ile ilgili yaşanan olaylar… Basın önlüklerini dağıtmak için görevlendirilmiştim. Şafak vakti her hangi bir yerden Rum kadınların sızma yapması bekleniyordu. Ama akşamüzeri 7 gibi başladı. Orada yaşanan şok… ‘Sınır delindi’ dendi. Koştuk, önlük dağıtamadım, kendim de önlük giymedim. O kargaşanın içinde sınıra doğru koşarken, bazı Rum kadınlar tutuklandı. Beni de yakaladılar. ‘Ben Türk’üm’ diye bağırırken Türkçe de bilen bir Rum sandılar.”
Taşkent şehitlerinin açıklandığı günü de unutamadığını ifade eden Aziz, “Anneler günüydü… Şehit olanlar açıklandı, insanlar baygınlık geçirdi. Herkesi otobüslere koydular Taşkent’e götürmeye. Ben de muhabir olarak girdim. Ama şehit ailelerinden fazla ben ağlıyordum. Gazeteci misin, insan mısın? İnsanlık duygun öne geçiyor…” ifadelerini kullandı.
-“İki tane mini etekli kız çıktı piyasaya…”
Rauf Denktaş Cumhurbaşkanlığı görevini bıraktığında da, hayatını kaybettiğinde de TAK’ta yönetici pozisyonlarında bulunan Perihan Aziz, “Görevi bıraktığında hazırdık. Bir değişim süreciydi, olması gerekirdi. Görevi bıraktıktan sonra da zaman zaman ziyaretine gidiyorduk sohbet ediyorduk. Ama öldüğünde bir lider kayboldu. Fikirlerini benimsersiniz, benimsemezsiniz… Tutarlılığı, kendi çizdiği yolda inançla yürümesi saygı duyulacak hususlardı. Her ölüm insana hüzün verir” dedi.
Kendi döneminde kadın gazeteci olmanın zorluklarını ise Aziz şu ifadelerle anlattı:
“Kadın gazeteci olmak çok alışılmış bir şey değildi. Hele genç bir kadının gece sokakta olması farklı gelirdi topluma. Ama biz kendimizi kabul ettirdik. Başta küçümseyenler daha sonra saygı duydular. ‘İki tane mini etekli kız çıktı piyasaya’ derlerdi. Cinsellikle bakılıyordu… ‘Sokakta dolaşan kızlar, kadınlar’ diye bakılıyordu…”