Olgun:AB Dış İlişkiler sözcüsünün açıklaması AB’nin Kıbrıs konusundaki iki yüzlülüğünü yansıtmaktadır

0
138

Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi M. Ergün Olgun, Avrupa Birliği Dış İlişkiler sözcüsünün 12 Kasım’da KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesine karşı yaptığı açıklamanın, AB’nin Kıbrıs konusundaki iki yüzlülüğünü yansıttığını söyledi.

Olgun, Türk Devletleri Teşkilatı’nın KKTC‘yi gözlemci üye olarak kabul etme kararının, Kıbrıs’ta iki taraf arasında haksız statü dengesizliğini gidermeye ve adada egemen eşitliğe dayalı adil bir uzlaşının sağlanmasına hizmet edeceğini belirtti.

Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi M. Ergün Olgun, KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesine karşı, Avrupa Birliği Dış İlişkiler sözcüsünün yaptığı açıklamaya cevap verdi.

Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi M. Ergün Olgun’un açıklaması şöyle;

“Avrupa Birliği Dış İlişkiler sözcüsünün 12 Kasım 2022 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesine karşı yaptığı açıklama, AB’nin Kıbrıs konusundaki iki yüzlülüğünü yansıtmaktadır.

Sözcü tarafından tanındığı söylenen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’, iki tarafın egemen eşitliklerini yansıtan iradesiyle kurulan 1960 ortaklık Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Aralık 1963’ten itibaren onu kuran Uluslararası Antlaşmalar ve 1960 Kıbrıs Anayasası’nın değişmez temel kuralları ihlal edilerek Rum ortak tarafından zorla bir Rum cumhuriyetine dönüştürüldüğünü, bunun bir sonucu olarak Rum ortak tarafından Kıbrıs Türk tarafına insanlık dışı tecrit uygulandığını hatırlatmak isteriz. Her ne kadar bu yönetime, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı kararı içinde ‘meşru hükümet’ olarak atıf yapılmış olsa da bu yönetim, uluslararası hukuka ve AB’nin temel kurallarına aykırıdır.

AB, yasa dışı olarak Rum yönetimine geçen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’, aslen bu cumhuriyetin eşit kurucu ortağı Kıbrıs Türk tarafının rızası alınmadan, tüm ada adına üyelik için müracaat etmesine, üstelik 1960 Kıbrıs Anayasası, Kıbrıs’ın uluslararası yasal yükümlülükleri ve özellikle Garanti Antlaşması’nın 1. Maddesi’nin içerdiği yasağa ve Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin bu sürece en başından itiraz etmesine karşın, üyeliğini ileri götürmüştür.

AB, üyelik aşamasında birliğin temel kurallarını tanımlayan Kopenhag Kriterleri ve Gündem 2000’de öngörülen koşullara uyumu denetlemesi gerekirken, kendi koyduğu kuralların hilafına; eski eşit ortağına karşı yaptığı hukuk dışılıktan dolayı ihtilafı devam eden, bu nedenle BM’nin gündeminde olan bir soruna sahip, demokratik yönetimi olmayan ve insan hakları kurallarını ihlal eden gayrimeşru bir entiteyi tam üye olarak kabul etmiştir. Bu durum, AB için bir yüz karasıdır.

21 Nisan 2004 tarihinde AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen’in Rum lider Papadopulos’un eş zamanlı referandumlardan üç gün önce Annan Planı’na karşı yaptığı açıklamaya cevaben Avrupa Parlamentosu’nda ortaya koyduğu öfkeli tepki, şimdilerde unutturulmaya çalışılmaktadır. Bu tepkisinde Verheugen, 1999 AB Helsinki Zirvesi’nde Kıbrıs Rum tarafına Kıbrıs sorununun çözümünün, adanın AB’ye katılımının ön koşulu olmayacağına dair söz verildiğini ve bunun karşılığında, Rum tarafından da çözüme varılmasına engel olmayacağı taahhüdünün alındığını hatırlatmıştı. Verheugen, devamla Papadopulos’un açıklaması karşısında kendini aldatılmış hissettiğini, AB’yi oluşturan temel ilkenin, birlikte çalışma ve barış içinde bir arada var olma olduğunu ve Kıbrıs Rum ‘hükümetinden’ de buna göre davranmasını beklediğini söylemişti.

BM Kapsamlı Çözüm Planı’na hayır demesine ve BM tarafından da defaten teyit edildiği gibi, müktesep eşit taraflardan birinin diğer taraf üzerinde söz hakkı bulunmamasına rağmen, Kıbrıs sorunu çözülmeden Rum tarafının tüm ada adına AB’ye kabul edilmesi, Rum tarafının konfor alanını genişleterek statükonun devamına hizmet etmiştir.

AB’nin Rum tarafına sağladığı imtiyazlardan dolayıdır ki en son Crans-Montana’da çöken ve on yıllar boyunca her yönüyle müzakere edilmiş federasyon temelli süreçlerin sonucunda kapsamlı çözüme varmanın mümkün olmadığı defaten ispatlanmıştır. Bu nedenle Kıbrıs sorununa adil, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm bulunamamasının sebebi, sözcünün iddia ettiği gibi, KKTC‘nin tanınması değil, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tüm ada adına AB üyesi yapılması suretiyle Avrupa Birliği’nin derinleştirdiği eşitsizliktir.

Şimdi bu sorunların faturasını Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye’ye çıkarma çabası, yavuz hırsızın ev sahibini bastırma gayretine benzer ve kabul edilemezdir.

26 Nisan 2004 tarihinde, Katılım Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden beş gün önce, Kıbrıs Türk tarafının tecridine son verme ve Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasını teşvik etme kararı alan Avrupa Birliği Konseyi’nin, aradan geçen bunca yıla rağmen bu kararın gereğini yerine getirmemesi; AB’nin sorunun parçası olduğu, Kıbrıs’ta hakkaniyet ve tarafların müktesep eşitliklerine dayalı bir uzlaşıya katkı koyma bir yana, önündeki en büyük engel haline geldiğini göstermektedir. Sözcü açıklaması bunun en son kanıtıdır.

Türk Devletleri Teşkilatı’nın KKTC‘yi gözlemci üye olarak kabul etme kararı, Kıbrıs’ta iki taraf arasında haksız statü dengesizliğini gidermeye ve adada egemen eşitliğe dayalı adil bir uzlaşının sağlanmasına hizmet edecektir.

Kıbrıs Türk tarafı, Anavatanı Türkiye Cumhuriyeti’nin de desteğiyle uluslararası antlaşmalarla tescil edilmiş müktesep haklarından kaynaklanan egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü zemininde adamızda ve bölgemizde sürdürülebilir barış, istikrar ve iş birliği getirecek kazan-kazan bir uzlaşı için çalışmalarına yılmadan devam edecektir.”

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here